Sayfalar

18 Eylül 2020 Cuma

Kocaman bir dağ ve ayağındaki pranga

 Büyük bir cayırtı koptu, kısa sürmedi bağırmaya devam etti.

İnsanlar etrafında dört dönüyordu, nefes alamıyordu, kendi elinden bişey gelmiyordu çünkü başkalarına muhtaçtı. Sadece ağlıyordu, durmadan sürekli.

Güçsüzdü, dili vardı ama konuşamıyordu, çevresindekiler yardım etmek için uğraşıyor ama ne yapacaklarını bilmiyorlardı sadece deniyorlardı.

Karnı açtı söyleyemiyordu, ağzına götürüyorlar ama yemiyordu, bilmiyordu. Nefes almak istiyordu ama yapamıyordu, boğazına düğümleniyor, yutkunamıyordu, boğazındaki yumru öldürüyordu.

Tüm ümitler kesilmişti, yapacak bişey yoktu kaderine bırakıldı.

Pamuk gibi bir melek geldi adeta işaret parmağıyla dokundu, nefes almasını sağladı. O günden sonra nefesi bir daha hiç kesilmedi, gittikçe daha da güçlendi, daha çok nefes aldı.

Henüz kendi başının çaresine bakamıyordu ama sürekli çabalıyordu. Arkasında kocaman bir dağ vardı yanında ise bir melek sadece onu düşünen.

Dağa çıkıyordu, yükseklere en tepeye oradan güneşe bakıyordu bazen mutlu bazen mutsuz. Akşam olunca yıldızları sayardı, sonsuza kadar sayabilirdi. Yıldızların yerini unutmaz hafızasına kazırdı, bi saydığını tekrardan saymaz hepsine isim bile verirdi.

Ertesi gün tekrardan sayardı bu sefer isimleri ile telaffuz ederdi.

Yontulması gerekiyordu, şekilsizdi, meraklıydı, sorardı ancak cevabını hemen alamazdı. Bazen bir şimşek gibi gelirdi bakışları bazense seslenişi adeta bir gök gürültüsüne benzerdi. 

Ondan hiç zarar görmemişti ama korkardı, korkusu aslında saygıdandı, yüzündeki aydınlık güneşten bile parlaktı, zihni gece parlayan yıldızlar gibi ışıl ışıldı. 

Doğru yolda adeta kutup yıldızı misali hiç bir zaman sapmaz her zaman çizgisini korurdu.

Küçüğün arkasındaki kocaman dağ ona bazen okul, bazen sokak jargonu olmuştu adeta. Her zaman arkasındaydı ama dokunmazdı, hissi vardı kendisi yoktu. Böyle büyüdü.

Destek almadan yürümeye başladı. Yürüdükçe hızlandı, hızlandıkça yürüdü çoğu zaman ayağı takıldı düştü. Pes etmedi devam etti yoluna, bazen yanlış yollara girdi, asfalt değildi her yol çoğu zaman taşlı topraklı hatta diken çevreliydi. Ayakkabısı olmadan mücadele etti arkasındaydı biliyordu.

Yüklerini yavaş yavaş atmaya başladı, neden geldiğini ne yapması gerektiğini sorgulamaya çalıştı ama cevap bulamadı. Sordu ama bu seferde tatmin olmadı. Kendi cevaplarını bulmaya çalıştı. Yolda karşılaştıkları kimi zaman kattı kimi zaman çaldı.

Güvenmemeyi öğrendi, bir süre sonra yüzmeyi öğrendi. Yüzdükçe açıldı, açıldıkça derinlere gitti dalgalar savurdu ancak yolundan yine sapmadı arkasındaki dağ onu dışarda bekliyordu, güveniyordu en kötü dağa tekrardan çıkarım diyordu ama onada güvenmemesi gerektiğini biliyordu.

Bahar geldi, çiçekler açtı, kış geldi ağaçlar soldu, hava soğudu böyle tam 40 bahar geçti.

Açan çiçekler oldu, solan ağaçlar oldu dağ umudunu kesmedi, açan çiçekleri gördükçe mutlu oldu, solan ağaçlar yerine yenisini ekti.

Küçük artık büyüdü, dağa uğramıyordu ama varlığı yetiyordu. Bazen gök gürültüsü gibi dinliyor bazen en yüksekten akan şelaleler gibi onun deneyimlerinin altına girip faydalanıyordu.

Gün geldi bir kıvılcım yetti dağın yanmasına, dağ yandı bitti kül oldu. Ardında kocaman bir kül yığını kaldı. Temizlemek artık arda kalanların işiydi, eskisi gibi olmayacaktı. Kıyıda bekleyen bir dağ yok, yüzdükten sonra dinlenecek gölge kalmamıştı.

Dağın yokluğundan faydalandılar, yerine başka şeyler inşa ettiler. Çok çabaladı olmasın diye, dağın yerine kimse bişey dikemez diye ama tek başınaydı dost bildikleri sırtına hançer saplamıştı kimisi ellerini bağlamıştı.

Öfkeyi öğrendi bu sayede nefreti öğrendi, bunu başkalarına kusmasını öğrendi.

Kustukça kustu, kustukça sustu. Sustukça çekildi kenarı, diğerleri zafer kazanmanın edasıyla salınıyordu ama ne fayda. Bilseler o dağın altında yatan koskocaman lav yığınını yaparlar mıydı sence o kadar inşaatı küllerin üstüne.

Küçük büyüdüğünün farkındaydı artık, kendi yoluna gitmeye kadar verdi ama gidemiyordu ayağındaki prangalardan kurtulamıyor, kurtulma şansı olsada istemiyordu. Alışmıştı onlarla yaşamaya, belkide onlar sayesinde yaşıyordu bu hayatı zindan şekilde.

Olmasa ayağındaki prangalar belki daha mutlu olabilirdi ama çaresizliğin en kötü boyutundaydı, öğrenilmişti çaresizliğinin adı bırakamıyordu.

Yoluna azda olsa devam etmek istedi, uzaklaştı.

Uzaklarda bataklığa ilk adımı attı, başlarda zevkli geldi ama sonra gördüki artık çıkamıyordu oradan.

Ayağındaki prangalara isyan etti yoldaş almak istedi ama yapamadı çeyrek saat bile dayanamadı ona yollarını ayırdı. Her fırsatta zincirlerini kırmak istedi ama istedikçe daha çok asıldılar, sevgi ile süslenmiş tuzaklar kuruldu belkide sevgiyi tuzak gibi gösterdiler basmayalım içine girmeyelim diye.

Aradan zaman geçti, ayağındaki prangalara alışınca yetmedi üstüne boynuna tasma taktırdı. Yıllar sürecek bir tasma, bataklığın içinde ve ayağında pranga. Geçmiş olsun helvası karılmadı yasal olarak ölmedi. Çevresi mutlu sanıyor onu bakarsan mutsuz değil ancak mutluymuş gibi yapıyordu.

Özlüyordu geçmişi, eskiden yaşadıklarının nimet olduğunu anladı ama iş işten geçmişti. Dağ yoktu, yıldızlar yoktu, sayamıyordu. Şimdi ayağındaki pranga ve boynundaki tasma ile mutlu mesut geçiniyordu.

Nasılsın diye soranlara ise sadece "iyiyim" diyordu.